Cehâlet, bilgisizlik demektir. Cehâletin her türlüsü kötüdür. Örneğin, müsbet bilimlerdeki cehâlet (ilimsizlik) kişileri ve toplumları geri bırakır; onları fakir ve başkalarına muhtaç duruma getirir. Uyduların, bilgisayarların, akıllı füzelerin hakim olduğu günümüz dünyasında temel ve uygulamalı bilimlerde ileri gidemeyen toplumlar, bu konularda ileri giden toplumların boyunduruğu altına girmeye mahkumdurlar.
Fakat cehâletin en kötüsü din cahili olmaktır. Çünkü dini hususlardaki cehâlet kişinin hem dünyasını ve hem de -çok daha önemlisi- âhiretini berbat eder, onu ebedi saadetten mahrum bırakır. Ulema, din husundaki cehâleti : ”Kişinin şer’an bilinmesi lazım gelen dînî ilimleri bilmemesidir” şeklinde tarif etmişlerdir. Âhirette geçerli olan ölçü kişinin hangi üniversiteden mezun olduğu veya ilmi kariyeri, makamı, ünvanı, parası, v.b değil, önce imanı sonra da sâlih amelleridir. İmansız kişinin âhirette nasibi yoktur. Bu demek değildir ki, tahsil yapmayalım ve dünya için çalışmayalım! Hayır, Müslüman elbette dünyası için de çalışacaktır ancak nereye gideceğini yani ahireti unutmamak kaydı ile.. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahireti için çalışmak“ müslümanın şiârı olmalıdır.
Günümüzde insanların büyük çoğunluğu dünya işlerinde çok bilgili olmuşlar, fakat dînî konularda bilgisiz (câhil) kalmışlardır, çünkü herkesin derdi dünya olmuştur, ahireti düşünen yoktur. Bir kişi dünyanın en önde gelen üniversitesini birincilikle bitirse ve ondan sonra da çok muteber bir kuruluşta en üst mevkilere gelse bile, Allah-u Teâlâ’yı, Peygamberini ve Kitâbını tanımadıktan sonra neye yarar? Çünkü dünyada 70-80 sene yaşadıktan sonra herkesin gideceği yer ahirettir. VE ORADA EBEDİ YAŞANACAKTIR ! Âhiret azabının en temel sebebi ise cehildir, yâni Allah’ı, Peygamber’i, hak ve hakikatı bilmemek, Allah Teâlâ’nın emirlerini dinlememektir. O bakımdan, yüce dinimizin ilk emri, yâni ilk inen ayet-i kerîme “Oku!“ dur:
“ Oku ! (O) yaratan Rabbinin adıyla… “ (“Ikra, bismi rabbikelleziy halak“ Alak suresi, ayet 1)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur:
“İlim öğrenmek kadın erkek her müslümana farzdır”
Burada söz konusu olan ilim, öncelikle dînî ilimlerdir. İmanın ve İslamın şartları ile ibadetlerini yapacak kadar bilgileri öğrenmek her müslüman için farz-ı ayndır; bunlarsız olmaz. Bundan sonra da dünyevi ilimlerden (mühendislik, tıp, ekonomi, hukuk , v.b) hangisini isterse öğrenmelidir.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Masum hz.leri Mektubât isimli eserinde şöyle buyurur:
“Allah-u Teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına tabi olmalarını, böylece felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve sonsuz saadete kavuşmaları için gereken faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Saadete kavuşmak isteyen, dine uymaya mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, dine uymayan arzularını terk etmesi gerekir. Dine uymazsa, sahibinin, Yaradanının gazabına, azabına düçar olur. Dine uyan kul, mesut, rahat olur. Sahibi onu sever.
Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safa süren, mahsul almaktan mahrum kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici zevklerle, nefsin arzularını yapmakla geçiren de, ebedi nimetlerden, sonsuz zevklerden mahrum olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabul edeceği bir şey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan geçici ve zararlı lezzetleri tercih etmez. Dine uymak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’an-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri akâide (inanç esaslarına, amentü’ye) uygun iman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha sonra, yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak gerekir. Bunları yapmaya ibadet etmek denir…”
** ** **
Bu dünyadaki en büyük nimet iman ve İslam nimetidir, kıymetini bilmek lazımdır. İman ve İslam nimetinin değerini ölçebilecek para, altın , .. v.b. hiçbir şey yoktur, bunlara katrilyonlarla dahi değer biçilemez. Bu nimetler yeryüzü ve üstündeki herşeyden daha değerlidir, hayırlıdır. Ahirete imansız gidenler ise orada çok pişman olacaklardır, ancak faydası yoktur:
“Şüphe yok ki kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında bir o kadarı kendilerinin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azâb vardır ” (Mâide suresi, ayet 36)
Bu bakımdan, bir müslüman her şeyden önce dinini iyi öğrenmelidir; bunun için de doğru ve güvenilir kaynakları araştırmalı ve bulmalıdır. Din; internetten, gazetelerden, itikadı bozuk kişilerden, kendini “hoca” olarak tanıtan şarlatanlardan, TV ekranlarına özellikle çıkarılan bozuk ilahiyatçılardan, .. v.b öğrenilmez; doğru , güvenilir, Ehl-i Sünnet kaynaklar mutlaka araştırılmalı ve bulunmalıdır. İnternetten, şurdan – burdan dinini öğrenmeye kalkışan bir kişinin yanlış yollara kayması çok büyük bir ihtimaldir. Amelî konulardaki yanlışlıklar insanı günahkar yapar. Ancak imanî ve itikadî konulardaki yanlışlıklar ise -Allah korusun- kişiyi küfre götürür. Dolayısıyla, dini bilgileri nereden aldığımıza çok dikkat etmek, bu hususta büyük hassasiyet göstermek zorundayız.
Önemine binâen tekrar etmekte fayda vardır: Son zamanlarda, gerçek din adamlarına çamur atan, onların söylediklerini çarpıtıp karalamaya kalkışan, dolayısıyla zihinleri bulandıran Internet siteleri oldukça çoğalmıştır. Bunların büyük çoğunluğu dış kaynaklıdır. Aynı metodu izleyen bid’at ehli ilahiyatçılar da TVlerde sıkça boy göstermektedir. Dolayısıyla, bu sitelere itibar edilmemeli, bu kişiler dinlenilmemelidir. Şayet tereddüdde kalınırsa, güvenilir bir kişiye: “Şu sitedeki bilgiler doğru mudur?” veya “Filanca kişinin görüşleri Ehl-i Sünnete uygun mudur?” diye sorulmalıdır. “Şayet bilmiyorsanız, bilenlere sorunuz“ (Nahl suresi, ayet 43) dinimizin emridir. Hasta olduğumuz zaman doğru doktoru bulmak için araştırma yapıyoruz, bilenlere soruyoruz. Bundan çok daha fazla hassasiyeti, doğru ve güvenilir dini kaynakları bulmak için göstermeliyiz. Çünkü söz konusu olan ahiretimiz , ebedi saadetimizdir. Bu vesileyle, yeri gelmişken iki kitabı özellikle tavsiye etmek isteriz. Birincisi Diyanet İşleri eski Başkanlarından merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali”, diğeri ise eski Gerede Müftüsü merhum Kemaleddin Üstün’ün “Ellidört Farz Şerhi” isimli kitaplarıdır. Bu kitapların içinde dinimize ait temel bilgiler derli toplu ve herkesin kolayca anlayabileceği bir halde bulunmaktadır.
Yazımızı bir hadis-i şerifle bitiriyoruz:
“Allah bir millete iyilik murad etti mi, fakihleri çoğaltır, cahillerini azaltır. Fakih konuştuğu zaman yanında birçok yardımcı (destekçi) bulur. Cahil konuştuğu zaman kimse yüzüne bakmaz. Bir kavme de şerri murad etti mi, cahillerini çoğaltır, fakihlerini azaltır. Cahil konuştuğunda bir çok yardımcı bulur (herkes onu dinler ve destekler). Fakih konuştuğu zaman kimse onu dinlemez, üzüntüsünden kahrolur.“ (Râmuz’ül Ehâdis, No: 336)
(Fakih: Fıkıh âlimidir. Fıkıh ise dinin temeli olan şer’i bilgileri yani şeriatın usul ve hükümlerini, itikad, ibadet ve muamelat bilgilerini kapsar).