Furkan suresi, 7. ila 10.uncu âyetlerinde şöyle buyurulmaktadır :
- (İnkârcılar) şöyle dediler : Bu nasıl peygamber ki (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor ! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı !
- Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyeceği (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. O zâlimler (müminlere) dediler ki : “ Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz “
Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Utbe, Umeyye ve Âs gibi müşrikler Kâbe’nin etrafında toplanıp şöyle konuşuyorlardı :
“Muhammed (s.av) nasıl peygamber olabilir ki ? O da, bizim gibi yemek yer, su içer, evinin ihtiyaçları için çarşılarda dolaşır . Şayet peygamber olsaydı kendisini doğrulayan bir meleğin yanında olması gerekirdi. Yahut kendisine bir hazine veya besleneceği bir bahçe (ör. hurma bahçesi ) verilseydi de, geçimini temin etmek için sıkıntı çekmeseydi daha iyi olmaz mıydı ? Ne bir hazinesi var, ne de faydalanabildiği bir bahçesi var . O da bizim gibi bir insan, bize karşı hiçbir üstünlüğü de yok . Şayet dâvâsında doğru olsaydı, bunlardan en az biri olurdu ! ”
Bu tür mesnetsiz iddialar eski peygamberler için, yaşadıkları devirdeki müşrikler tarafından da dile getirilmişti (Furkan suresi, 20) .Halbuki bütün peygamberler beşer (insan)dır. Beşer olmaları hasebiyle elbette yiyecek, içecek, gezecek, insanlarla konuşacak, çalışacak, evlenecek, çocuk sahibi olacak, alışveriş edeceklerdir. Bütün bunlar beşeriyetin gereğidir. İnsanoğluna hiçbir zaman meleklerden peygamber gönderilmediği gibi, bütün peygamberler kendi kavimleri içinden çıkmıştır. Görevleri itibarıyla de o kavmin içindeki en güvenilir, dürüst, iffetli ve akıllı kişilerdir. Peygamberlerin görevi Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara tebliğ edip onları dalâletten hidâyete, küfürden imana, felâketten kurtuluşa, karanlıktan aydınlığa, cehaletten ilme, şerden hayra, düşmanlıktan kardeşliğe, kötülüklerden iyiliklere ve netice olarak cehennemden cennete davet etmektir. Böyle mesuliyetli bir görev elbette mahlûkâtın en şereflisi ve en seçkini olan insanlara verilecektir.
Kâfirler işte böyle bâtıl iddialar ileri sürerek hem Kur’ân’ı hemde Resûlullah’ın nübüvvetini (peygamberliğini) inkârda ısrar ettiler ve bu kadarla da yetinmeyerek zayıf insanları imandan menetmek için dediler ki “ Sizin tâbi olduğunuz Muhammed (s.a.v) sadece büyülenmiş bir kimsedir . Dolayısıyla, kendine uyulmaya şâyan değildir ”. İşte Cenâb-ı Hak böyle mesnetsiz gerekçeler öne süren ve Hz. Peygamberi küçümseyip, ona “büyülenmiş adam” diyenleri “zâlim “ olmakla nitelendirdikten sonra şöyle buyurmaktadır :
- “ Bir bak, sana nasıl misaller getirdiler ! Artık onlar sapmışlardır, bir daha (hidayete) yol bulamazlar ! ”
Cenâb-ı Hak bu zâlimlere cevapla “ Habibim ! Bak ki, senin için nasıl misaller verip, sözler icad ediyorlar : Kur’ân vahiy değildir , Muhammed’in (s.av) uydurmasıdır (Furkan ,4) ; öncekilerin masallarıdır (Furkan, 5) . Zaten o Peygamber olsaydı yanında bir melek olurdu (Furkan, 7) , .. v.b ” şeklinde hezeyanlarda bulunuyorlar. Ve böylece sapıklıklarında kalmaya devam ediyorlar.
Müşrikler bilemediler ki, peygamberlik İlâhi bir mevhibe ( ihsan) dir. Cenâb-ı Hak onu dilediği kuluna verir ve o kulu diğerlerinden seçkin kılar. Zaten peygamberlerin diğer insanlardan farkları mal ve evlat çokluğu, zenginlik, v.b gibi dünyevi yönlerden değil, ahlaki ve mânevi yönleri itibarıyladır. Fakat müşriklerin bütün himmet ve nazarları sadece dünyaya yönelik olduğundan ve zenginlik, mal ve evlat çokluğu, makam -mevki sahibi olmak v.b gibi dünyevi şeylere çok önem verdiklerinden, peygamberlere de bu yönden itirazı âdet edinmişlerdir. Tabii bu çarpık zihniyet sadece Peygamber Efendimiz s.av zamanına münhasır değildir. Günümüzde de böyle düşünen birçok kimse vardır. Bu bakımdan, bu mübârek ayetler aynı zamanda böyle düşünen herkese ve bütün müşriklere bir cevaptır.
İşte, Hak Teâlâ hazretleri müşrik ve kâfirlerin ileri sürdükleri bu iddiaları reddederek onların dalâlate (sapıklığa) düştüklerini ve bu bâtıl düşüncelerinde devam ederlerse, bir daha da hidayete yol bulamayacaklarını beyan buyurmaktadır.
Allah Teâlâ hz.leri sevgili Peygamberine bunlardan çok daha hayırlısını, iyisini ve üstününü vermeye elbette ki kâdirdir. Onları peygamberine vermekten âciz değildir. Çünkü göklerin ve yerin sâhibi, mâliki , yaratanı, ayakta tutanı, var ve yok edeni ancak Allah Teâlâ’dır. Her şey O’nundur. O bunları kullarından dilediğine verir, kimse de buna engel olamaz. Mevlâ Teâlâ hazretleri bu hususu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor :
- “ Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri verecek ve sana (Cennetde) kasırlar (köşkler, saraylar) ihsan edecek olan Allah’ın şânı ne yücedir ”
“Dilerse” dünyada “sana bunlardan” onların söylediği bağlar, bahçeler, hazinelerden “daha iyisini verir”. Fakat Cenâb-ı Hak bunları ahirette vermeyi murad etmiş ve âhirete tehir etmiştir. Çünkü “ âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır ” (A’la suresi, ayet 17).
Aleyhisselâtu vesselam Efendimiz hz.leri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır :
“Rabbim bana Mekke vadisini altın yapmayı teklif buyurdu da ben : “ Hayır , ya Rabbi ! Fakat ben bir gün aç, bir gün tok olayım. Aç olduğum gün sana yalvarıp dua edeyim . Tok olduğum gün ise sana hamd ve senâ da bulunayım, dedim “ (Tirmizi, Zühd)
Kâşifi’nin naklettiğine göre, Kureyş zenginleri Hz. Peygamber’i fakirliği sebebiyle kınayınca, cennet bahçelerinin sorumlusu olan Rıdvan adlı melek bu âyetle beraber indi ve nurdan bir sandığı Hz. Peygamber’in önüne koyarak şöyle dedi: “ Rabbin buyurur ki : Dünya hazinelerinin anahtarı buradadır ; âhirette sana verilecek ikram ve nimetlerden sineğin bir kanadı kadar bile eksiltmeksizin onları senin tasarrufuna veriyoruz “. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselâm şöyle buyurdu : “ Ey Rıdvan, benim bunlara ihtiyacım yok, fakirliği daha çok seviyorum ve çok şükreden ve sabreden bir kul olmak istiyorum “. Rıdvan : “İsabet ettin ! ” dedi.
İşte O’na ümmet olan, O’nu örnek alanın hâli de böyle olmalıdır. Bir müslüman kendini tamah, hırs ve gösterişten kurtarıp kanaat sahibi olmalı, bolluk zamanında şükrü, darlık zamanında da sabretmeyi bilmelidir. Dünyadan yeteri miktarınca faydalanıp, dünyası için âhiretini kesinlikle terk etmemelidir. Kâmil bir müminin vasfı budur. Şayet Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem isteseydi, Allah Teâla ona Mekke vadilerini ve dağlarını altın yapacaktı, fakat o istemedi.
Hazret-i Aişe – radıyallahu anha – şöyle anlatmıştır :
“ Resûlallah’ın açlığını ve açlık sebebiyle karnına taş bağladığını görünce ağladım ve “ Yâ Resûlallah ! Allah’tan seni doyurmasını istesen de seni doyursa” dedim. Bunun üzerine Resûlallah s.a.v : “ Ey Âişe ! Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Rabbimden dünyanın dağlarının altın olup benimle birlikte yürütülmesini isteseydim onları dilediğim yere yürütürdü. Fakat ben dünyanın açlığını tokluğuna, fakirliğini zenginliğine, hüznünü sevincine tercih ettim. Ey Âişe ! Dünya Muhammed’e ve ailesine gerekmez “ buyurdu. (Ruhu’l Beyan 13/ 505)
Evet, şayet Aleyhisselâtu vesselâm Efendimiz isteseydi , Cenâb-ı Hak dağları altına dönüştürüp onunla birlikte yürütürdü. Böyle bir zenginlik peygamberlik görevine aykırı da değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak daha önceleri bazı peygamberlere, peygamberlik görevi ile birlikte dünya mülkü de vermişti. Ör., Süleyman aleyhisselam hem peygamber, hem de hükümdardı. Yüzlerce karısı ve câriyesi, dağlar misali hazineleri vardı. Devrinde dünyanın en zengini idi. İnsanlarla birlikte cinlere, kuşlara ve diğer hayvanlara da hükmediyordu. Ancak bütün bunlar onun peygamberlik görevini ifâ etmesine mâni değildi. Rivayet olunur ki , fakir birisi kendisine “ Ey Süleyman, büyük mülk sahibisin ! “ deyince o, “ Bir kere Sübhanallah demek Süleyman’ın mülkünden hayırlıdır. Çünkü o kalıcıdır, Süleyman’ın mülkü ise fânidir ” demişti.
Ruhu’l Beyan tefsirinde yazıldığına göre, Resûlullah s.av şu sebeplerden ötürü fakirliği seçmiştir :
1- Hz. Peygamber zengin olsaydı bazı topluluklar (kavimler) yalnızca dünyalık elde etmek için ona yönelirlerdi. Allah O’nun için fakirliği seçti ki herkes O’na yönelenin âhireti isteyerek yöneldiğini bilsin.
2- Allah Teâlâ’nın fakirlerin kalblerini düşünerek, Resûlullah s.av için fakirliği tercih ettiği de söylenmiştir. Böylece zengin malıyla teselli bulduğu gibi, fakir de Hz. Peygamber’in fakirliği ile teselli bulur.
3- Resûlullah s.av’in fakirliği Allah nezdinde dünyanın değersizliğine delildir, denilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber s.a.v : ” Dünyanın Allah nezdinde sinek kanadı kadar ağırlığı (değeri) olsaydı, dünyadan kâfire bir yudum su içirmezdi ” buyurmuştur.
Ve Sallallâhu ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain ..
İstifade edilen tefsirler:
1- Ruhu’l Beyan İsmail Hakkı Bursevi hz.)
2- İmam Semerkandi Tefsiri
3- Hülâsâtü’l Beyan (Mehmed Vehbi Ef.)
4- Elmalılı Tefsiri
5- Ö. Nasuhi Bilmen Meal Tefsiri