(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn)
(Biz Allah’a aitiz ve biz O’na döneceğiz)
Allah-u Teâlâ Hz.leri bu duâyı bizlere Kur’ân-ı Kerîm’inde öğretmektedir. Bakara suresi 155.inci ayetinde “ (Belâ ve musibetlere) Sabredenlere müjdele ! ” buyurulduktan sonra, şöyle devam edilmektedir:
“ (Ey peygamberim, o sabredenlere müjdele) ki onlar, kendilerine bir musibet (belâ) geldiğinde: Muhakkak ki biz Allah’ın (teslim olmuş) kullarıyız ve biz (ahirette de) ancak O’na döneceğiz, (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn) derler ” Bakara suresi, ayet 156
Tefsirdeki açıklama :
Bu ayet-i kerimede gerçekten sabırlı olanların kimler olduğu bildiriliyor. Ruhu’l Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, sabırlı kullar (innâ lillâh= Biz Allah’a aitiz) diyerek Mül’kün (bütün varlık âleminin) ancak Mevlâ’ya ait olduğunu kabul ve tasdik etmektedirler. Yani biz Allah-u Teâlâ’nın kulları, memlük (köle)leriyiz. Kulun kendisi de elindekiler de Mevlâ’sına aitdir. İsterse, verdiklerini bizim elimizde bırakır, isterse de alır; biz O’nun kendi mülkünü almasıyla feryat etmeyiz, ancak sabrederiz. Yaşarsak rızkımız O’na aitdir, ölürsek dönüşümüz ancak O’nadır. Sevabımız O’nun yanındadır ve biz O’nun hükmüne râzıyız . (ve innâ ileyhi râciûn =O’na döneceğiz) diyerek te kullar, öldükten sonra dirilerek Mevlâ’ya kavuşacaklarını kabullenmiş oluyorlar.
Musibet az olsun, çok olsun insanın canına, malına veya efradı ailesine isabet eden her şeyi kapsar. Hatta diken batması veya sinek ısırması bile buna dahildir.
İstircâ’ : Luğat mânâsında rücu etmek, geri dönmek ; dînî deyim olarak ise musibet zamanında (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn) demektir. Bu yalnız lisanla değil, kalple de olmalıdır. Ölüm, korku, fakirlik, hastalık, malların zâyi olması, .. diğer musibetler, bunların hepsi birer imtihan olup dünya hayatının ayrılmaz parçalarıdır. Hiç kimse bunlardan birine veya birkaçına yakalanmaktan kurtulamaz. Mümin, Allah’a c.c inanan ve Kur’ân’a tâbi olan kişidir. O zaman, başına bir musibet geldiğinde şöyle düşünmesi gerekmektedir :
“ Bunda da elbet bir hikmet vardır . Ben şu âna kadar ilâhi nimetlere mazhar bulunuyorum. Elhamdülillah müslümanım, peygamberlerin en yücesi olan Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetindenim , şimdi böyle bir musibete tutulmam da bir hikmeti ilâhiye gereğidir. Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği nimetler, şimdi elimden aldığı nimetlerden kat kat fazladır. Veren de O, alan da O’dur. Ben de nihayet O’nun mânevi huzuruna varacağım , ebedi hayata nâil olacağım, artık bu geçici musibetin ne ehemmiyeti vardır .. ”. Böyle bir anlayış insana teselli bahşeder ve o kişinin güzel inancına delâlet eder. Bu yüzden de ecir ve mükâfata nâil olur.
İstircâ duâsını okumanın fazileti hakkında bazı hadis-i şerifler ve rivayetler
Ebû Musa el-Eş’âri radıyallahu anh’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur :
“ Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah-u Teâlâ (gizli açık herşeyi bildiği halde onları şahid tutmak üzere ) meleklerine sorar : Kulumun çocuğunu aldınız mı ? ” , onlar da “ Evet “ derler. Mevlâ Teâlâ tekrar : ” Onun kalbinin meyvesini aldınız mı “ buyurur. Onlar da “Evet “ derler. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ (yine bildiği halde) : “ Kulum ne dedi ? ” diye sorar. Onlar da “ Sana hamdetti ve istircâ etti (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, dedi), derler. O zaman Allah Teâlâ : Kuluma Cennetde bir köşk bina edin ve ona Beytü’l Hamd (Hamd evi) adını verin “ buyurur ” . (Tirmizi, Cenâiz)
Açıklama : Ne kadar dinine bağlı, abid bir kişi bile olsa hiç kimsenin Cennet’e gireceğinin garantisi yoktur. Çünkü bir kişinin çok ameli olsa bile, şayet onları hâlisâne bir niyetle – Allah rızâsı için yapmayıp da, ör. insanlara gösteriş olsun diye yapmışsa, bunların kabul olunmayacağını Cenâb-ı Hak beyan buyurmaktadır. Bu bakımdan, kimlerin Cennete kimlerin de Cehenneme gireceği ancak Kıyâmet gününde amel defterlerinin dağıtılması, amellerin Mizân’a girip değerlendirilmesi ve Sırât aşamalarından sonra belli olacaktır. Ancak bu durumun bazı istisnaları vardır. İşte yukarıdaki hadis-i şerifte bu istisnalardan biri zikredilmektedir. Bir kişi, ciğerpâresi olan çocuğu öldüğü zaman Hak Teâlâ hazretlerine yönelip “ Yâ Rabbi, Mülk (Bütün Varlık Âlemi ) Senindir . Mülkünde dilediğin gibi tasarruf edersin. Dilediğinden alır, dilediğine verirsin. Her şey Senin kudret elindedir. Hüküm Sana aitdir. Bizler Senin (âciz birer) kulunuz, Sen bizim Rabbimiz, Sahibimiz ve Mâlikimizsin. Bizlere düşen ancak Seni tesbih etmek ve Sana hamd etmektir . Bizlere sabr-ı cemil ihsan eyle. Bizler Sana aitiz ve Sana döneceğiz; innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn “ deyip başına gelen musibeti sabır ve tevekkülle karşılayıp Allah Teâlâ’nın hükmüne teslimiyet gösterirse, işte böyle bir kişiyi Cenâb-ı Hak (Hz. Peygamber s.av aracılığıyla) daha dünyada iken cennetle müjdelemektedir. Evet, o kişi çocuğunun ölümüne ve ondan ayrı kalma acısına bu dünyada belli bir süre katlanacaktır, ama sonra ahirette sonsuza kadar o çocuğuyla Cennette beraber olacaktır. Büluğ çağından önce ölen çocukların kıyâmete kadar İbrahim aleyhisselam ve eşi Sâre’nin himayesinde olacağı (Râmuz 1005) , kıyâmet gününde ise Cennetin kapısında durup “Anne ve babamı içeri almadan girmem !” diye direneceğini Efendimiz aleyhisselam hadis-i şeriflerinde bizlere bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz’in kıymetli eşi Ümmü Seleme radıyallahu anhâ validemiz anlatıyor :
“ Ben Resulullah’ın (s.a.v ) : Her hangi bir kula musibet isabet eder de : “ Şüphesiz ki biz Allah’a aitiz ve ancak O’na döneceğiz; Allahım, bu musibetimle bana sevap ver ve bana ondan daha hayırlısını nasib et “ derse, mutlaka Allah Teâlâ ona o musibetinden dolayı sevap verir ve yerine de ondan daha hayırlısını verir “, dediğini işitmiştim.
Eşim Ebû Seleme vefat edince ben bu duayı hatırladım ve Resûlullah s.a.v’in bana emrettiği şekilde okudum. Bundan dolayı da Allah c.c bana ondan daha hayırlı olan Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi eş olarak nasip etti “ (Müslim, Cenâiz)
(Duanın Arapça okunuşu : ” innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Allâhümmecirniy fî musibetiy vahlif lî hayran minha “ )
İstircâ duâsı büyük küçük her musibete okunabilir. Bu dua sadece ümmet-i Muhammed’e (s.av) verilmiş olup geçmiş ümmetlere verilmemiştir. Bu hususu şu hadis-i şeriften öğreniyoruz:
“ Musibet ânında bu ümmete öyle bir şey (istircâ duası) verildi ki, kendilerinden evvel geçen peygamberlere dahi ( böyle bir duâ) verilmemiştir. Eğer bu duâ önceki peygamberlere verilmiş olsaydı, (onlarla birlikte) Yakub’a da (aleyhisselâm) verilirdi. Ama o (oğlu) Yusuf’u (aleyhisselam) kaybettiğinde (bu duâyı bilmediği için) “ Ah Yusuf’um ah ! ” diye sızlandı “ (Yusuf suresi, ayet 84 )
Şu bilinmelidir ki, bu duânın okunmasını gerektiren musibet sadece dünyevi belâlardan ibaret değildir.. Günahlar ve ibadetleri ihmal gibi mânevi belâlar da büyük musibettir. Nitekim Hasan-ı Basri (r. anh) “ Cemaatle kılınan namazı kaçırdığın zaman istircâ yap, çünkü o musibettir ” demiştir. Tâbi’inin ulularından Said ibni Müseyyeb (radıyallahu anh) bir kere mescide geldiğinde cemaatle namazı kaçırdığını görünce, öyle bir istircâ etti ki, sesi mescidin dışından da duyuldu.
Biz bu duâyı niçin okumalıyız ?
Konu ile ilgili hadis-i şerif ve rivayetlerden anlaşıldığı üzere ; elimize kıymık batması gibi en ufak görülen şeylerden tutun da en sevdiğimiz birinin ölmesi gibi en büyük şeylere varıncaya kadar bizi üzen herhangibir hadiseyle karşılaştığımızda :
“ Vay başıma gelen !” , “ Yandım !”, “ Ben şimdi ne yapacağım !” gibi dinimize ve dünyamıza fayda vermeyecek laflar etmek veya dövünmek v.b gibi sevapları kaybettirecek hareketler yapmak veya daha da kötüsü “Allah beni mi buldu ?” gibi kişiyi imansızlığa götürecek şirk içerikli sözler söylemek yerine hemen istircâ duası okuyup peşisıra musibet karşısında sevap ve daha hayırlısını isteme duası olarak geride zikrettiğimiz duayı okumalıyız. Bunu yaparsak Rabbimize karşı teslimiyet ve rızâ göstermiş ve böylece O’nun da rızâsını kazanmış oluruz. Böyle davrananlar ise, bir sonraki ayette mağfiret (bağışlanma) ve rahmet ile müjdelenmektedirler :
“ İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır “ Bakara suresi, ayet 157
Sahâbeden İbni Mesud radıyallahu anh’ın bu ayetteki müjdeye muhatap olmak için şöyle dediği rivayet olunmaktadır :
“ Mevlâ Teâlâ’nın benim hakkımda takdir ettiği bir şey hususunda “ Bu başıma nerden geldi, keşke bu olmasaydı” demek yerine, gökten düşüp de ölmeyi tercih ederdim ..”