Bütün düşüncesi, meşguliyeti ve derdi dünyevi hususlar olan, Allah-u Teâlâ’yı hatırına getirmeyen, âhireti de hiç derd etmeyen bir kişi Allah katında makbul bir kul değildir . Böyle bir kişiyi dünyada ve ahirette bitmeyen sıkıntılar beklemektedir. Bu sıkıntıların neler olduğunu bir hadis-i kudsi bizlere şöyle açıklamaktadır:
Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“Ey Âdemoğlu ! Her kim dünyaya ait bir şeyden dolayı üzgün olarak sabahlarsa, Allah-u Teâlâ’dan ancak uzaklığı artar. Dünyada ancak derdi, ahirette de meşakkati artar.
Allah Teâlâ onun kalbine bir sıkıntı yapıştırır ki o belâ ebediyyen ondan kesilmez. Ona bir meşguliyet takar ki ebediyyen ondan feraha çıkamaz.
Ona öyle bir fakirlik verir ki ebediyyen zenginliğe ulaşamaz. Öyle emeller musallat eder ki onlar onu ebediyyen meşgul ederler .. “
Açıklama:
Hak celle ve alâ hazretleri bizlere sesleniyor:
“ Ey Âdemoğlu ! “
Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ hz.lerinin insana hitap etmesi bizler için büyük bir şeref ve aynı zamanda nimettir çünkü bu hitap Cenâb-ı Hakk’ın bizleri muhatap alarak değer verdiğini göstermektedir. Hayvanlar arasında insandan çok daha büyük, güçlü ve cüsseli olanları vardır, fakat onlar ilâhi hitaba mazhar olamıyorlar. Demek ki, insanı diğer mahlûkattan ayırıp değerli kılan başka özellikleri vardır. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurulmuştur:
“ Muhakkak ki biz Âdemoğullarını mükerrem kıldık ve onları karada ve denizde taşıdık ve onlara güzel rızıklar verdik .. “ (İsrâ suresi, ayet 70’den)
Mükerrem; lügat olarak ikram olunmuş demektir. Deyim olarak ise kendisine izzet, şeref, değer verilmiş kimse anlamına gelir. İnsan, kendisine verilen akıl, fikir, gönül gibi manevi hasletlerle diğer mahlûkata göre mükerrem ve üstün kılınmıştır.
Madem ki bütün âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri muhatap alıp hitap ediyor, o zaman O’nun söyleyeceklerini can kulağı ile dinleyelim :
“ Her kim dünyaya ait bir şeyden dolayı üzgün olarak sabahlarsa, Allah’tan ancak uzaklığı artar ”
Allah-u Teâlâ hazretleri, yarattığı bütün mahlûkâtının arasında en değerli ve şerefli kıldığı, üstün meziyetlerle donattığı insanoğlunun kendisini bilmesini, tanımasını, sevmesini ve severek ibadet etmesini istemektedir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat suresi, ayet 56)
ayeti bu gerçeği beyan buyurur. Hak Teâlâ hazretleri insanları dünyaya bu amaçla göndermiştir, yoksa sadece yeyip içsinler, diledikleri gibi yaşasınlar diye değil. Yaratılan bu kadar mahlûkat arasında teklifat (ibadet ve taat) sadece insanlaradır. Rabbini bilmeyen, tanımayan, O’na itaat etmeyen hatta O’na isyan eden bir insan kendi değerini düşürmüş olmaz mı ? İnsanın değeri ve şerefi Rabbini bildiği, O’na itaat ettiği, O’nu sevdiği ölçüdedir.
Bir insan bunları unutup da bütün derdi, tasası, kaygısı sadece dünya olursa, gece -gündüz bütün vaktini dünyevi meseleler ile geçirirse; başka bir ifade ile akşam yatarken kafası dünya ile meşgul, sabah kalktı yine aynı şekilde, Rabbi hiç hatırına gelmiyor, işte böyle bir kişinin ancak Allah’a c.c uzaklığı artar. Üzerinde yaşadığımız bu yerküre Evren’de (Kozmos da) bir toz zerresi hükmünde bile değildir. Bu toz zerresindeki meselelerle kafamızı, gönlümüzü hep meşgul ediyoruz da, bütün Evren’i yaratan âlemlerin Rabbini hatırlamıyoruz bile, olacak iş midir ?
Ömrümüzdeki her gün yeni bir sayfadır. Bir müslüman bu yeni sayfayı çoğu olan lüzümsuz dünyevi meşgaleler yerine, en önemli şey olan Rabbinin zikri ile açmalıdır. Allah Teâlâ’yı anmaktan daha önemli ne olabilir ki ? “ O’nu sabah akşam tesbih edin” Kur’ân emridir. (Ahzab suresi, ayet 42) .Böyle yapıp sabah namazını kılan bir mümin, hadis-i şerifte belirtildiği üzere Cenâb-ı Hakk’ın güvencesi altına girer(Müslim). Aklına, gönlüne hiç Allah’ı c.c getirmeyip de, bu yeni sayfayı dünyevi meseleler ile açarsa ve bir de bunlarla dertlenirse, Cenâb-ı Hak o kişiden râzı olmaz. O zaman da o kişinin Cenâb-ı Hakka uzaklığı artar.
“ Dünyada ancak derdi, ahirette de meşakkati artar “
İşte kendini bu şekildeAllah-u Teâlâ’dan uzaklaştıran kişilerin sıkıntıları, dertleri hiç bitmez çünkü (kendileri öyle istedikleri için) celâl tecellisini üzerlerine çekmişlerdir. Bunun zıddı, kişi Allah’a yakınlaştığı ölçüde cemâl tecellisine mazhar olur. Insanın Allah’a c.c yakın ve dolayısıyla cemâl’e mazhar olması için ise kalbini dünyevi meşgalelerden boşaltıp, Allah’a tahsis etmesi lazımdır. Takvâ üzere olan bir müminin işleri kolaylaşır, sıkıntıları azalır :
“ Kim Allah’tan ittika ederse (sakınırsa, takvâlı olursa) Allah ona işinde bir kolaylık verir “ (Talak suresi, ayet 4)
Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşan bir kişinin dünyadaki sıkıntılarına ilaveten kabirdeki, Mahşerdeki, Sırat’taki, Mizan’daki sıkıntıları da artacaktır. Derdi dünya değil de, Allah Teâlâ’nın rızası olan bir müminin ise kabirdeki ve Mahşerdeki sıkıntıları az olacaktır. Bu hususları vurgulayan başka bir hadis-i şerif ise şöyledir:
” Kim dünyalıktan kaybettiği bir şeye esef ederse, cehenneme bin yıllık mesafeden yaklaşmış olur. Kim ahiretten yitirdiği bir şeye esef edip üzülürse bin yıllık mesafeden cennete yaklaşmış olur ” (Râmuz , 5001)
Ancak bu cezalar yetmiyor, bunlara ilaveten Cenâb-ı Hak böyle kimselerin kalbini dört türlü halle mübtela kılacağını beyan buyuruyor :
Birincisi: O kalbe bir sıkıntı ve kaygı bırakır ki, ebediyyen ondan gitmez
İkincisi: O kalbe öyle bir meşguliyet verir ki, o meşgaleden bir daha ayrılmaya imkan bulamaz
Üçüncüsü: O kalbi yoksullukla mübtela kılar ki, katiyen varlık yüzü görmez
Dördüncüsü: Bu türlü kalbe öyle uzun emeller bırakır ki, bunun da asla sonu gelmez
Kalb, Allah c.c tarafından insana verilen manevi bir haslettir. Vücudumuza kan pompalayan organla karıştırmamak için Türkçe’de bu haslete ( gönül) de denilmektedir. Kalb, “nazargâh-ı İlâhi”dir. Yani Cenâb-ı Hak insanın kalbine nazar eder (bakar) . Şayet orada kendi sevgisini değil de dünya sevgisini görürse bundan râzı olmaz. O zaman da o kalbi dört hasletle mübtela kılar:
1- Sonu gelmeyen emeller, umutlar
2- Sonu gelmeyen ihtiyaçlar
3- Hiç bitiremeyeceği meşguliyetler
Bunun birçok örneğini etrafımızda görmekteyiz. Kişinin kazancı iyi, yaşam seviyesi yüksek, ama içindeki arzuları, daha çok kazanma ve daha yüksek mevkilere gelme hırsı, ileriye yönelik planları bitmek bilmiyor .. Yaşı da ilerlediği halde hiç ahireti düşünmüyor, bütün derdi dünya; hep daha fazlasını, daha iyisini, daha yükseğini istiyor. Yani hadis-i kudsi de belirtildiği gibi emelleri, umutları, ihtiyaçları ve dolayısıyla meşguliyetleri hiç bitmiyor. Böyle kişiler makbul-i ilahi değildirler: “ Bırak onları, yeyip içsinler, faydalansınlar (nemalansınlar) arzuları onları oyalayıp dursun. Yakında bileceklerdir ” (Hicr suresi, ayet 3)
Işte -dördüncüsü ve doğal olarak da- böyle bir kişinin sıkıntı ve kaygıları da hiç bitmez.. Hz. Mevlâna der ki: “Bütün derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur!”
Sıkıntılarının bitmesi için ne yapması lâzımdır ?
Kalbini celâl mazharı olan dünya’nın sevgisinden boşaltıp, âlemlerin Rabbi olan Hak Teâlâ hazretlerine tahsis etmesi lazımdır. Onun için sevgili Peygamberimiz Resûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır :
“ Gücünüzün yettiği kadar gönlünüzü dünya kaygılarından boşaltınız. Çünkü, kimin en büyük kaygısı dünya ise, Allah onun meşguliyetini arttırır, fakirliğini gözünün önüne diker. Kimin en büyük kaygısı ahiret ise Allah onun işini toparlar, gönlünü zengin eder. Kim bütün gönlüyle Allah’a yönelirse, Allah müminlerin kalblerini sevgi ve şefkatle ona doğru koşturur. Bizzat Allah da her hayrı en süratli bir şekilde ona yetiştirir ” (Camiüs Sağir, 3343)
Kalbini dünya kaygılarından boşaltıp Cenâb-ı Hakk’a yönelen bir kişi için artık ona isabet eden dünyevi sıkıntı ve musibetlerin bir önemi kalmaz. Çünkü o artık Erzurumlu İsmail Hakkı hz.leri gibi “ Mevla görelim ne eyler, neylerse güzel eyler “ veya başka bir arif zât gibi “ Hoştur bana Senden gelen, kahrın da hoş lütfunda hoş” diyebilme mertebesine erişmiştir. Böyle kişiler dünyayı da ahireti de bırakmışlar, tüm varlıklarıyla Rablerine yönelmişlerdir. Onların artık tek kaygıları Mevlâ Teâlâ’nın rızası olmuştur.
Yazımızı bu hususları vurgulayan Müzzemmil suresi 8. ve 9.uncu ayetleri ile bitiriyoruz:
- Rabbinin adını zikret (an) ve bütün varlığınla (başka şeyleri bırakarak) O’na yönel.
- O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka tanrı yoktur. O halde (kendine yalnız) O’nu vekil edin (O’na güven ve dayan, O’nun himayesine sığın).
Kaynak: Mevâiz-i Kudsiyye (Kudsi Vaazlar); İmam Gazali , Dördüncü Vaaz
Tercüme: Ahmet Mahmut Ünlü