Yakın tarihte Mars’a gönderilen uzay aracından çekilen aşağıdaki video’da, Samanyolu Galaksi’mizin Mars yüzeyinden izlenen muhteşem manzarası görülmektedir:
https://www.youtube.com/watch?v=agbpEaMZLFI
Bizler çocukken büyükannemin Sakarya ilinin Kuzuluk köyündeki evinden yaz geceleri aynı manzarayı görürdük. Çünkü o tarihlerde köylerde elektrik ve dolayısıyla çevreden gelen ışık yansımaları olmadığı için gece karanlığında bütün yıldızlar ve Samanyolu -aynen bu videoda olduğu gibi- ışıl ışıl parıldardı.
“ Üstlerindeki göğe hiç bakmadılar mı ki, onu nasıl binâ etmişiz ve onu süslemişiz ” (Kâf suresi, ayet 6)
Dünyamızın da içinde bulunduğu Samanyolu Galaksi’sinde yaklaşık ikiyüz milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir. Video’da görülen her bir nokta, (Güneş sistemi gibi) bir yıldız sistemidir, pek azı hariç, bunların etrafında ne kadar gezegen olduğu bilinmemektedir. Evrende ise Samanyolu benzeri milyarlarca galaksi, dolayısıyla trilyon kere trilyonlarca yıldız ve bundan da fazla gezegen olduğu tahmin edilmektedir. Bunlar düşünüldüğünde dünyamızın Evrendeki yerinin bir toz zerresi, adeta bir hiç hükmünde olduğu ortaya çıkar.
Günümüz bilimi bu akıl almaz boyutlardaki Evren’in proton büyüklüğünde (mikroskopla dahi görülemeyen) bir noktadan, saniyeden milyarlarca daha az bir zaman içinde, yâni bir “an” da meydana gelen bir “Büyük Patlama“ ile ortaya çıktığını kabul etmektedir. Aklın anlamakta zorlandığı bu tez, atomaltı parçacık araştırma merkezi CERN’de yapılan deneylerle her geçen gün daha çok kanıt ve gerçeklik kazanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim bu olaya:
“ Bir şeyin (olmasını) dilediği zaman, O’nun (Allah’ın) emri, ona sâdece “Ol” (Kün) demektir, o da hemen oluverir (feyekün) “ (Yâsîn sûresi, ayet 82)
âyetiyle işaret buyurmaktadır.
Evren, yani maddi âlem bu muazzam ve giderek artan büyüklüğü ile birlikte Arş, Kürsî ve mânevi âlemler yanında denizden bir damla gibidir. İşte bunları düşünüp tefekkür etmek, kişinin içinde hapsolduğu gündelik meselelerin üzerine çıkmasını ve hayata daha geniş bir açıdan bakmasını sağlar; insana âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın azamet, yücelik, güç ve kudretinin sonsuz derecede olduğunu hatırlatır. Ve aynı zamanda da, o sonsuz kudreti ile bu âlemi bir zerre’den yaratmış olan Allah-u Teâlâ için, Cennet ve Cehennem gibi başka âlemler de yaratmasının hiç de zor olmadığını idrak etmesine yardımcı olur. “ Ne kadar da az düşünürsünüz ”, “ Hiç akletmez misiniz! ” (ör: En’am, 32) ve benzer mealdeki âyet-i kerimeler Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça tekrarlanan âyetlerdendir. O bakımdan, tefekkür ibadet’ten sayılmıştır.
Sahâbeden Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu anh anlatıyor :
Bir kere Hz. Âişe radıyallahu anha’ya: ”Resûlullah’dan gördüğün şeylerin en şaşırtıcısını bana anlat” dedim. Bunun üzerine Hz. Âişe (r.a) ağlamaya başladı, uzun bir süre ağladıktan sonra dedi ki:
“Onun her işi şaşırtıcı idi. Bir gün bana geldi, yorganıma girdi, hatta cildini cildime dokundurdu, sonra dedi ki:
— Ey Âişe, bana müsaade et, bu gece Rabbime ibadet edeyim.
Ben de:
— Ey Allah’ın Resûlü, ben senin yakınlığını severim, ancak isteklerini de severim, müsaade ettim
dedim. Kalktı, odadaki su ibriği ile abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaza durdu. Namazda sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Secdeye vardı, ağladı, göz yaşlarıyla yer ıslandı. Sonra yan tarafına dayandı, yine ağladı. Sonra Bilâl geldi, sabah namazı olduğunu bildirdi. Baktı ki Efendimiz aleyhisselâm ağlıyor:
— Yâ Resûlallah, neden ağlıyorsun, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir?
dedi. Allah’ın Elçisi:
— “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?“ buyurdu.
Sonra dedi ki ,
— Bu gece bana: “ Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün biribiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten âyetler (açık ibretler) vardır. Onlar ki, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler ve gökler ile yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve şöyle derler): Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın, Seni tesbih ederiz (derler ), … “ (Âl-i İmrân suresi, 190 ve 191’inci ayetleri)
âyetleri indi..
“Bu âyetleri okuyup da bunlar üzerinde düşünmeyene yazıklar olsun!” buyurdu.
(Atâ ibni Ebi Ribah r.anh’dan İbni Hibban, İbni Mürdeveyh, İbni Asâkir, Suyuti, Ruhu’l Furkan, c4, shf 462)
İşte Hakk Teâlâ ve Tekaddes hazretleri gökyüzünde müşahade ettiğimiz bu muhteşem tabloyu gözlerimizin önüne seriyor ki, İlâhi tecelliyâtı tefekkür edip O’nun azametini, kibriyâsını (yücelik, ululuğunu), sonsuz kudretini anlayalım; ve böylece bizlere bir fırsat olarak verilmiş olan dünya hayatını boş ve lüzumsuz şeylerle ziyan etmeyip O’nun rızâsını ve Cennetini kazanmak için çalışalım (koşalım). Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın murâdı ve emri böyledir:
“ Rabbiniz’den bir mağfirete ( bağışlanmaya) ve genişliği, gökle yerin genişliği gibi olup , Allah’a ve O’nun peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan Cennete doğru yarışın ! İşte bu Allah’ın fazlıdır (lütüf ve ihsânıdır) ki, onu (hikmetine binâen) dilediğine verir. Allah büyük fazl (lütuf ve ihsan) sahibidir “ (Hadid suresi, ayet 21)