“ Konstantiniyye (İstanbul) elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir “ (Hadis-i şerif , Müsned)
Peygamber Efendimiz, sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu müjdesine nâil olmak için müslümanlar dört halife döneminden itibaren Bizans’a birçok akın düzenlemişlerdir. Nitekim, Hz. Peygamber sa.v’e en yakın sahâbilerden biri olan, İstanbul’umuzun mânevi hâmisi Ebu Eyyûb el Ensâri radıyallahu anh (Eyüp Sultan) hz.leri de H. 48 (m. 670) yılında yapılan bir seferle – 80 yaşını aşmış bir vaziyette- İstanbul’a gelmiş ve orada vefat etmiştir. O tarihten sonra yapılan birçok teşebbüsten de netice alınamamış, bu müjdeye nâil olmak Sultan Murad Han’ın henüz 21 yaşında olan oğlu Sultan Mehmed’e nasip olmuştur.
Mart ayı ortalarında başkent Edirne’den yola çıkıp 6.Nisan. 1453 tarihinde İstanbul önlerine gelen Osmanlı ordusu 53 gün süren zorlu bir kuşatma ve savaşın ardından nihayet Cenâb-ı Hakk’ın lütfu inâyeti ile 29. Mayıs.Salı günü Topkapı surlarından içeri giriyordu . Böylece İstanbul’u fethederek Fâtih ünvanının alan genç Sultan, maiyetindekilerle birlikte doğruca Ayasofyoya gider. Burada Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senâ ettikten sonra mabedin içine sığınıp korkudan ağlaşan ve yerlere kapanan halkı şu sözlerle teskin eder:
“Ben Sultan Mehmed, size ve bütün Bizans halkına söylüyorum ki, şu andan itibaren ayininizde, ticaretinizde, dilinizde, dininizde hürsünüz! Korkmayınız, benim gazabımdan emin olunuz. Herkes günlük işlerine devam etsin ..”
Ardından maiyetinde bulunan imamlardan birine ezan okumasını emreder. Okunan ezan-ı Muhammedi’yi gâziler huşû içinde dinlerler. Sonra Akşemseddin hz.leri Sultan’ı elinden tutarak yüksekçe bir yere çıkarır ve Kur’ân-ı Kerimden fetih ile ilgili ayetleri okuyarak hep birlikte Allah’a hamd ve dua ederler. Bu suretle Ayasofya artık camiye çevrilmiş bulunuyordu. İşte o an tarihi bir andır, zaman adeta durmuştur. Gâzilerin hepsi Peygamber Efendimiz’in “ onu fetheden asker ne güzel askerdir “ iltifatına mazhar oldukları için sevinç gözyaşları dökmektedirler. Fatih, camiin minber ve mihrabının yapılarak Cuma namazına yetiştirilmesini emreder. 1 Haziran 1453 günü, yani fetihten üç gün sonra ilk Cuma namazı Ayasofya- Cami-i Kebir’de kılınırken ilk hutbeyi de İstanbul’un mânevi fatihi Akşemseddin hazretleri okuyordu…
Fetihten sonra Sultan Mehmed patriğin kendisini ziyarete gelmeyişinin sebebini araştırınca patrikliğin altı aydır boş olduğunu öğrenir. Bunun üzerine bu makamı ortadan kaldırma gücü elinde iken, Ortodoks ruhban zümresinden usul ve nizamına göre yeni bir patrik seçmelerini ister. Fâtih’in emri üzerine toplanan dîni meclis, G. Skolarios’u II. Gennadios adıyla patrik seçer. Yeni patriği saraya çağıran Fâtih, ona nezaketle davranarak onun ortodokslar üzerindeki dîni hâkimiyeti simgeleyen patriklik asâsı ile tacını ve ayrıca İslâm hukuku çerçevesinde ona dinî ve medenî haklar tanıyan bir de ferman verir. Patrik vezirle aynı derecede kabul edilmişti, yani gerektiğinde padişahın huzuruna çıkarak veya divân toplantılarına katılarak cemaatinin meselelerini dile getirebilecekti. Patrik vergiden muaf tutuluyor, patrikhaneyi korumak üzere yeniçerilerden bir muhafız birliği görevlendiriliyordu. Keza Osmanlı topraklarındaki bütün (Ortodoks) kiliseler Patrikhane’nin yönetimine bırakılıyor ve âyinlerin serbestçe yapılmasına izin veriliyordu. Kilise eskiden olduğu gibi evlenme, boşanma, miras, doğum ve ölümle ilgili hukukî düzenlemeleri yapabilecekti. Bizans döneminde bu tür yetkileri olmadığı için, padişah fermanı ile tanın bu haklar bütün hristiyan dünyasını hayrete düşürmüştü..
Osmanlılar’ın Balkanlar’daki Ortodokslar’ı kendi bayrakları altında toplamalarından sonra Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Eflak-Boğdan kiliseleri de Patrikhâneye bağlandılar; böylece patrik bu ülkelerin millî devletlerini ve kiliselerini kurdukları 19.ıncı yüzyıla kadar geniş bir bölgede dinî otoritesini yürüttü..
İşte İslâm’ın getirdiği af ve bağışlama, din ve vicdan hürriyeti, insan hakları, barış ve özgürlük ortamı .. Oysa sadece 250 sene önce, 1204 yılındaki ( Katolik ) Haçlı istilası sırasında Konstantinapolis’in tüm kaynakları yağmalanmış, halkına çeşitli işkenceler edilmiş, hazineler boşaltılmış, kadınlara tecavüz edilmiş, erkekler öldürülmüş veya köle edilerek pazarlarda satılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed de, fetih sonrasında erkeklerin hepsini kılıçtan geçirip kadın ve çocukları köle yapsaydı, o devrin savaş koşullarına göre – hiç kimsenin bir şey söylemeye hakkı olamazdı , çünkü kuşatma öncesinde teslim olmalarını teklif etmiş fakat bu teklifini Bizans imparatoru kabul etmemiş, sonuçlarına katlanmayı kabul ederek savaşı seçmişti ..
Ancak, Allah c.c korkusu başta gelmek üzere hak, hukuk, adalet, merhamet, şefkat gibi İslâm dininin insanlığa getirmiş olduğu evrensel değerleri müslümanlar tarih boyunca her zaman insaf ve vicdan ölçüleri içinde hayata geçirmişlerdir. Tarih boyunca müslümanlar hiçbir zaman zulüm, işkence ve katliâm yapmamışlar, insan haklarına, din ve vicdan hürriyetine daima saygı göstermişlerdir. İstanbul’un fethinde sonra Avrupa’ya yönelen Osmanlılar fethettikleri yerlerde feodalizmi ve feodal derebeylerinin zulümlerini ortadan kaldırdılar . Oralarda insanı merkeze alan ( insancıl) , âdil ve çok kültürlü bir yönetim sistemi kurdular. Bundan dolayı da yerli halklar Osmanlı idaresini kendi yöneticilerine tercih ettiler. Bunun neticesinde Osmanlı Orta Avrupada 300 sene hükmetmiştir.
Kendileri tam zıddını yaptıkları halde, bizlere her fırsatta insan hakları, din ve vicdan hürriyeti konularında ders vermeye kalkışan Avrupalıların veya “ zulüm 1453’te başladı” diyebilen bazı bahtsızların İslâm’dan ve Osmanlı’dan öğrenecekleri çok şeyler vardır ..
Kaynaklar: Tarihçiler Prof. Dr Ahmed Şimşirgil ve Prof. Dr Halil İnalcık’ın eserleri ve İslam Ansiklopedisi
*** ***
Bu yazının yazıldığı gün biraz hava almak üzere Kadıköy sahil parkına gitmiştim. Kızlı erkekli gençler çimenler üzerine serilmişler, biralar içip eğleniyorlardı. Evet – usülüne uygun olmak kaydı ile- eğlenmek gençlerin hakkıdır ama, onların bu hâlini görünce ister istemez aklıma Arif Nihat Asya’nın dizeleri geldi:
Delikanlım, hâlâ niye oyunda oynaştasın ?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın !
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın !