ESMÂ-İ HÜSNÂ
Esmâ-i Hüsnâ’nın kelime anlamı “Güzel İsimler“ emektir Allah-u zül celal hazretlerinin Kur’ân’da (A’raf 180, İsrâ 110, Tâhâ 8, ve Haşr 24) ayetlerinde beyan buyurduğu Esmâ-i Hüsnâ denilen isimleri vardır, bunlar isim ve adetleri belli ve değişmez olmakla bilinen doksandokuz isimdir. Allah-u Teâlâ’yı bilmek için O’nun Esmâ-i Hüsnâ’sını da bilmeliyiz:
“ En güzel isimler (esmâ’ül hüsna) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin ” (A’raf suresi, ayet 180)
Peygamber Efendimiz sallallâhi aleyhi veselllem ise bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah-u Teâlâ’ nın doksan dokuz ismi vardır; kim onları sayarsa (okur, anlar ve iman ederse) cennete girer.” ( Ebû Hureyre r.anh’dan, Buhari, Tevhid; Müslim, Zikir)
Bu doksandokuz esmâ Lafza-i Celâl olarak isimlendirilen ALLAH ism-i şerifi ile beraber yüz eder. ALLAH ismi, İsm-i Zattır; tüm esmânın vasıflarını (sıfatlarını, özelliklerini) kendinde toplar, bu sebeple Lafza-i Celâl ism-i câmîdir. Başka bir ifade ile, her esmâ kendine mahsus vasıfla mevcut iken, lafza-i celâl tüm esmânın sıfat ve özelliklerini kendinde cemeder.
Allah-u zül celâl hazretlerinin esmâ-i hüsnâdan gayri başka isimleri de vardır, mesela Hannan, Mennan, Sübhan, Şâfi, .. v.b gibi. Bir tasnife göre, Esmâ-i Hüsna Tevkıfi olarak, bu isimler ise Gayri Tevkıfi olarak isimlendirilmiştir. Bunlar Esmâ-i Hüsnâ’da yoktur ama kula izafe edilemez. Kula Mennan, Sübhan, .. v.b. isimler konulamaz, ancak Abdül Mennan v.s denilebilir. Allah Teâlâ’nın isimleri konusunda, dinde hangileri bildirilmiş ise yalnız onlar kullanılır. Mesela: “Allah alîmdir” denir, ama aynı mânaya geliyor diye “Allah ârifdir, fatîndir, bilgedir“ denilmez. Allah’a yaraşmayan isimler vermek, veya vasfettiği bazı isimleri O’na vermemek, O’nun isimlerini başka şeyler hakkında kullanmak büyük yanlışlardır.
Tüm esma-ül hüsnâ birbiri ile ilişkilidir, adeta bir duvarın tuğlaları gibi, birbirini sağlamlaştırır; veya bir ışık huzmesindeki yedi renk gibi içiçe geçmiştir, biribirini tamamlar ve güzelleştirir. Bu hususta Bediüzzaman Said Nursi şöyle buyurmaktadır:
“Mesela, Muhyi ismi bir şeye tecellli ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada, Hakîm ismi dahi tecelli ediyor, o zihayatın (canlının) yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerîm ismi dahi tecelli ediyor; yuvasını tezyin eder (süsler,donatır). Aynı anda Rahim isminin dahi tecellisi görünüyor; o cesedin şefkatle havaicini ihzar eder (ihtiyaçlarını hazırlar, karşılar). Aynı zamanda Rezzak ismi tecellisi görünüyor; o zihayatın bekâsına (o canlının yaşamını devam ettirmesine) lâzım maddi ve manevi rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hakeza…
Demek, Muhyi kimin ismi ise, kâinatda nurlu ve muhit olan (kuşatan, saran) Hakîm ismi de O’nundur ve bütün mahlukâtı şefkatle terbiye eden Rahim ismi de O’nundur ve bütün zihayatları keremiyle iaşe eden (canlıları ihsan ve lütfuyla besleyen) Rezzak ismi dahi O’nun ismidir, ünvanıdır. Ve hakeza…” ( Mektubat, 26. Mektup, 4. mesele)
Kısacası, Esmâ-i Hüsnâ vasıtasıyla kul Rabbini daha iyi tanıma imkanına kavuşur. Esmâ-i hüsnâ, şirkin ayrı ayrı tanrılara dağıttığı birçok hususiyeti, tek bir yerde, Allah Teâlâ’da toplar. Daha ileri safhada ise, kişinin zerrelerden kürrelere kadar kâinatın tümünde Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellilerini görmesi neticesinde yakîni artar, böylece daha yüksek seviyede bir marifetullah gerçekleşmesine vesile olur.
Tirmizi’de Allah-u Teâlâ’nın isimleri doksan dokuz adet olarak şu şekilde sayılmaktadır:
Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :
“ Allah’ın doksan dokuz ismi vardır . Kim onları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.
O Allah ki O’ndan başka ilah yoktur. Rahman’dır. Rahim’dir. Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Aziz, Cebbâr, Mütekebbir, Hâlik, Bâri’, Musavvir, Gaffâr, Kahhâr, Vehhâb, Rezzâk, Fettâh, Alîm, Kâbiz, Bâsit, Hâfid, Râfi’, Muizz, Müzill, Semi’, Basîr, Hakem, Adl, Latif, Habir, Halim, Azim, Gafûr, Şekûr, Aliyy, Kebir, Hafiz, Mukit, Hasib, Celil, Kerim, Rakib, Mucib, Vâsi, Hakim, Vedud, Mecîd, Bâis, Şehid, Hakk, Vekil, Kaviyy, Metin, Veliyy, Hamid, Muhsi, Mubdi’, Muîd, Muhyî, Mümit, Hayy, Kayyûm, Vâcid, Mâcid, Vâhid, Samed, Kâdir, Muktedir, Mukaddim, Muahhir, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Vâli, Müteâli, Berr, Tevvâb, Müntekim, Afuvv, Rauf , Mâlike’l Mülk, Zü’l celâli vel İkrâm, Muksit, Câmi, Ganiyy, Muğni, Mâni’, Darr, Nâfi’, Nûr, Hâdi, Bedi’, Bâki, Vâris, Reşid, Sabûr (dur).“ (Tirmizi, Deavât , 82)