“İnsan der ki: ”Öldüğüm zaman , gerçekten ileride diriltilip (kabrimden) çıkarılacak mıyım ?”. İnsan hiç düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey değilken, onu şüphesiz ki biz yaratmışızdır!”
(Meryem suresi, ayetler 66 ve 67 )
İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hazret-i Âdem aleyhisselâm’dan son peygamber olan Hazret-i Muhammed aleyhissalatu vesselâm Efendimiz’e kadar gelip geçen binlerce peygamberin hepsi , öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu insanlara bildirmişlerdir. Allah Teâlâ’nın takdir ettiği belli bir zamanda – Kıyâmetin kopmasından sonra – insanlar diriltilip kabirlerinden çıkarılacak ve hesapların görülmesi için mahşer meydanında toplanacaklardır. Burada insanlar Allah-u zül celâl hz.leri tarafından muhakeme edilip , iman -küfür durumlarına ve dünya hayatında işlediği amellere göre haklarında hüküm verildikten sonra Cennet veya Cehenneme sevkedileceklerdir. Âhirete iman, imanın temel esaslarından biri olup, buna inanmayan küfre düşer, yani kâfir olur. Bu hususun önemine binâen, Kur’ân-ı Kerîm’in daha hemen başında müminlerden bahsedilirken:
“Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ; âhiret gününe de kesinkes inanırlar“ (Bakara suresi, ayet 4) buyurulmuştur.
Öldükten sonra dirilmenin aklen kabul edilebilirliğini ve yüce Allah’ın celle celâluhu buna kaadir olduğunu (gücünün yettiğini) anlayabilmemiz için Kur’ân-ı Kerîm’de dikkatlerimiz birkaç önemli hususa çekilmekte, bunlar üzerinde tefekkür etmemiz istenmektedir. Bu hususlardan biri de , insanın yaratılışıdır. Hakir bir su damlacığından elleri, ayakları, gözleri, kulakları, ağzı, burnu … kısacası bütün uzuvları yerli yerinde olan güzel bir insan yaratmak ve onu akıl, fikir, idrak sahibi kılmak ancak ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah-u zül celâl hazretlerine mahsustur. Bunu O’ndan başka yapabilecek hiçbir güç yoktur. Allah-u Teâlâ hz.leri böylece ilim, kudret, hikmet gibi çeşitli sıfatlarının tecellilerini görebilen gözlere, anlayabilen kalblere göstermektedir:
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, (bilin ki), biz sizi topraktan, sonra bir nutfeden (spermadan), sonra ‘alakadan (embriyodan), sonra da yapısı belli belirsiz bir mudgadan (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz, sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız ..”
(Hacc suresi, ayet 5’den)
Bu âyet-i kerime’nin tefsirlerdeki açıklamasına göre, insanın topraktan yaratılması deyimi iki anlam taşımaktadır. Birincisi insanın atasının , yâni Hz. Âdem’in topraktan yaratılmış olmasıdır. Bilindiği üzere Allah-u Teâlâ Hz. Âdem’i anasız, babasız topraktan yaratıp ona ruh nefheylemiştir. Böylece meydana getirilen ilk insan , daha sonra cinsel yolla üremeye başlamıştır.
İkincisi de, insanın topraktan yaratılması sadece Hz. Âdem’e mahsus bir şey değil, aynı zamanda devam etmekte olan bir olgu olduğudur . İnsan bedeninin temel taşı hücrelerdir. İnsan neslinin devamı ise üreme hücreleri sayesinde olur. Üreme hücreleri ise , insanın yediği gıdalar neticesinde meydana gelir. İnsan beslenmeyince üreme hücreleri oluşmaz. Gıdalar ise topraktan alınır ; toprak olmazsa gıda olmaz. Öyle ise insan tohumunun temeli toprak ( ve su ) dur. Başka bir ifade ile , yüce Allah c.c önce topraktan oluşan gıdalardan meydana gelen insan tohumunu (üreme hücrelerini , yâni kadın yumurtasını ve erkek spermlerini) yaratır , sonrada o tohumdan insanı yaratır. Yani insanın hayatı, annedeki yumurtalık hücresinin, babadan gelen spermlerden biri tarafından aşılanarak nutfenin oluşması ile başlar .
Aşılanmış (döllenmiş) bu yumurtaya tıp dilinde Zigot (zygote), Kurân-ı Kerîmde ise Nutfe veya (Nutfetin Emşâc = karışık nutfe) denilir. İşte, insanın başlangıcı bu Nutfe’dir. Ve nasıl ki bir bitkinin tohumunda onun gövdesi, dalları, yaprakları, çiçekleri yâni her şeyi saklı ise, “insan tohumu” olan nutfenin içinde de o kişinin elleri, ayakları , ağzı, burnu .. kısacası , gözlerinin rengine varıncaya kadar – vakti gelince ortaya çıkmak üzere – herşeyi saklı bulunmaktadır:
Kısacası, hepimizin evveli işte bu fotoğrafta gördüğümüz Nutfe (Zigot) tur! İnsanın, evvelini unutup da enâniyet ve gurura kapılmasının, Allah’ı c.c inkâr etmesinin, O’na âsi olmasının ne kadar boş ve yanlış bir şey olduğunu bu fotoğraf herhalde en güzel şekilde ifade etmektedir.
Fallop tüpünde aşılanan yumurta daha sonra yerinden ayrılarak rahme doğru bir yolculuğa ve bu arada da bölünüp çoğalmaya başlar. Nutfe’ den bir sonraki aşama ‘Alaka’dır. Spermin aşıladığı yumurta, çoğalarak bir kan pıhtısı görünümünü alır. Eski tefsirler bu nedenle ‘Alaka’yı kan pıhtısı olarak açıklamışlardır. Ancak kelime anlamı olarak ‘ Alaka (yapışan , asılan, iliştirilen şey) demektir ki , günümüz teknolojisi ile bunun rahim duvarına yapışıp gelişmesini orada devam ettiren aşılanmış yumurta (Zigot) olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde rahim cidarında gelişeye başlayan embryo daha sonra Mudga (bir çiğnem et) olur. Sonra Müminûn suresi 14.inci ayetinde belirtildiği üzere mudga’dan önce kemikler teşekkül eder ; kemiklerin üzerinde adaleler, kaslar meydana gelir. Yani kemiklere et giydirilir. Hücrelerin bölünerek çoğalmaya devam etmesi neticesinde – önce ( kemik, sinir, kan, v.b gibi ) değişik hücreler meydana gelir , sonra dokular ve organlar yavaş yavaş oluşmaya başlar. Bütün bunların sonunda da trilyonlarca hücre belli bir ahenk, nizam, uyum içinde bir araya gelerek her şeyi düzgün ve yerli yerinde olan , doğuma hazır bir bebek oluşturur ..
Kısacası, her şey tek bir yumurta hücresinin tek bir sperm ile aşılanması (döllenmesi) ile başlar. (Nutfetin Emşâc = karışık nutfe) olan bu tek hücre , hamilelik döneminde içinde mucizevi bir şekilde bölünüp çoğalarak sayısı trilyonlara ulaşır ve tırnağımızdan göz kirpiklerine ; karaciğerden beynimize, gözlerimizi, kulaklarımızı, ellerimizi , ayaklarımızı, … kısaca vücudumuzdaki tüm organlarımızı meydana getirir. Her gün , gözler önünde binlerce kez tekrarlanan bu olağanüstü olayda en ufak bir aksaklık olmaz. Şayet olsaydı, mesela beynimizi meydana getiren hücreler yerine “yanlışlıkla” kemiklerimizi meydana getiren hücreler görev alsaydı, herhalde hiç dünya yüzü görmeden daha ana rahminde yaşama veda ederdik.
İşte insana düşen bunları görüp Rabbinin yüceliğini, kudretini, azametini, ilmini, hikmetini , eşsiz san’atını idrak eyleyip, bu hayat başta gelmek üzere kendisine her türlü nimetleri bahşeden Cenâb-ı Hak’ka şükran secdelerine varabilmesidir. Nutfeden bir insanın meydana gelmesi tesadüfen veya kendi kendine olabilecek bir olay değildir. Matematiksel hesaplamalara göre, nutfenin kendiliğinden düzgün bir bebeğe dönüşme ihtimali katrilyonda bir bile değildir ! Demek ki, bütün bunları Allah-u Teâlâ hz.leri yapmaktadır , yâni O’nun ilim, irade ve kudretiyle olmaktadır .
Aklı, fikri olan, düşünüp keşifler yapabilen, havalarda uçup denizlerin derinliklerine dalabilen ve ayrıca bütün uzuvlarıyla dengeli ve güzel bir varlık olan insanı bir su damlasından yaratarak ilim, kudret ve hikmetini gözler önüne seren Allah-u zül celâl hazretleri, insanı öldükten sonra yeniden diriltmeye kaadir değil midir ? İşte, âyetlerde dikkat çekilen esas mesele budur. Onun için âyet-i kerime: “ Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, biz sizi topraktan, sonra nutfeden .. “ diye başlayarak bizlerin dikkatini bu mucizevi olay üzerine çekmekte ve bunun üzerinde tefekkür etmemizi istemektedir.
O zaman düşünmelidir, bir nutfeden bir insan yaratan Hak Teâlâ hz.leri, insanları öldükten sonra tekrar diriltemez mi , buna gücü yetmez mi ? .. Elbetteki gücü yeter, yani yeniden diriltebilir ve madem ki söz vermiştir muhakkak ki yapacaktır :
“Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah’ın hak olarak verdiği sözdür. O yaratmaya başlar, sonra iman edip salih ameller işleyenlere adaletle karşılık vermek için yeniden yaratır (yani, ölüleri diriltir). İnkâr edenlere gelince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı bir azâb vardır” (Yunus suresi, ayet 4)