Bundan 481 sene önce, 27 Eylül 1538 tarihinde, Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ile, Andrea Doria komutasındaki Haçlı armadası arasında Preveze açıklarında büyük bir deniz savaşı olmuştu. 16. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı’nın Akdeniz’de varlık göstermeye başlaması, bölgede çıkarları bulunan Avrupa devletlerini rahatsız etmişti. Bunun üzerine Venedik, İspanya, Portekiz, Malta ve Papalık donanmalarından büyük bir Haçlı armadası oluşturularak, ünlü amiral Andrea Doria bu filoya komutan olarak atandı. Bu armadanın tek bir görevi vardı: Onlara kök söktüren Barbaros Hayreddin Paşa’yı ve başında bulunduğu Osmanlı donanmasını bulup yok etmek..
Bu armada ile Osmanlılar arasında bazı sıcak temas ve çatışmalar olduysa da, kesin bir sonuca varılamadı. Nihayet beklenen gün geldi ve 120 gemiden oluşan Haçlı Armadası, Yunan Yarımadasının batısındaki Preveze limanında demirlemiş bulunan 80 gemilik Osmanlı donanmasını buldu. Rüzgar olmadığı için Osmanlı gemileri yelken açıp limandan dışarı çıkamıyorlar, başka bir ifade ile, açık denizde savaşamadıkları için limanda kıstırılmış bulunuyorlardı… Durum kritikti. Hayreddin Paşa, Harp Divanını toplayıp kaptanların görüşlerini aldı.
Bundan sonrasını, Barbaros Hayreddin Paşa’nın bizzat yazdırdığı hâtıratından okuyacağız.
Ruhları şâd, mekanları Cennet olsun…
Preveze savaşından sonra Avrupalılar Akdenizdeki hakimiyetlerini kaybetmişler, böylece Osmanlı’nın karalardan sonra denizlerdeki hakimiyeti de perçinlenmiş ve artık bundan sonra uzun yıllar boyunca Akdeniz adeta bir “Türk gölü” haline gelmiştir. Preveze zaferinin önemi bundandır.
Hayreddin Paşa’nın hâtıratından alınacak bir çok hayat dersi olduğu kanaatindeyim. Ancak naçizâne düşünceme göre, en başta alınması gereken ders Allah Teâlâ’nın müminlere olan yardımı ve onları zor durumlardan kurtarıp feraha erdirmesidir. Amma, bu yardımın şartı vardır. Hâtıratı okuyunca görülecektir ki, Osmanlı “ilây-ı kelimetullah”ı (= Allah’ın dinini yüceltmeyi) hedef edindiği için Cenâb-ı Hakk’ın yardımına mazhar olmuştur. Çünkü Hakk Teâlâ: “ Elbette Allah, kendine yardım edene mutlaka yardım eder “ (Hac suresi, ayet 40) buyurmaktadır.
Bizler de yaşadığımız bu zamanda, gerek ferd gerekse millet olarak içinde bulunduğumuz zorlukları aşıp feraha kavuşmak, yani Cenâb-ı Hakk’ın yardımına mazhar olmak istiyorsak, Kur’ân ve Sünnet’e sımsıkı yapışmalıyız. Kur’ân-ı Kerîm’deki birçok âyet-i kerime ve ayrıca birçok hadis-i şerif bu gerçeği açıklar.