Âyet kelimesinin sözlük anlamı “açık alâmet ve kesin delil, karşısında ciddi olarak hiçbir söz söyleme ihtimali bulunmayan apaçık mucize”  demektir. Bu anlam kapsamında, iki çeşit âyet olduğu söylenebilir:

  1. “Kâinat kitabı”ndaki (yaratılış ile ilgili) fiili âyetler
  2.  Allah-u Teâlâ’nın indirdiği kitaptaki sözlü âyetler

Bu ikisi de Allah-u Teâlâ’nın zâtına, sıfatlarına, hüküm ve iradesine delalet ettiklerinden dolayı “âyet” ismini almışlardır (Elmalılı, 1/420). Bu iki kitap ve bu iki çeşit âyet, karşılıklı olarak biri diğerinin işareti, öbürü de onun işaret edip gösterdiği şeydir. Biri, diğerinin açıklaması ve tefsiridir. İşte insan, Allah-u Teâlâ tarafından indirilen Kitab’ın sözlü âyetleri ve kâinat kitabının fiili âyetleri üzerinde tefekkür ederek Hak Teâlâ’nın zat ve sıfatlarını öğrenmeli, bu suretle de O’nu tanıyıp sevmeye, yani Marifetullah ve Muhabbetullah mertebelerine ulaşmaya çalışmalıdır.

Bu açıklamalar kapsamında, âyet kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de başlıca üç anlamda kullanıldığı görülmektedir :

1. Delil: Âyet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah-u Teâlâ’nın varlığına , birliğine (tek oluşuna, vahdaniyyetine ), ilmine, kudretine, azametine delâlet eden  bunları gösterip ispatlayan; Onu (sıfatlarıyla) bize tanıtan kati deliller“ anlamında çok sık olarak  kullanılmıştır. Örneğin, Bakara suresi 164.üncü âyetinde bu delillerin bir kısmı şöyle beyan buyurulmaktadır:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten  indirip de onunla  ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda ve   yeryüzünde  her çeşit canlıyı yaymasında; rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde,  düşünen (aklını kullanan) bir topluluk  için elbette âyetler (Allah’ın  varlığını ve birliğini gösteren birçok deliller) vardır “  

Bu âyet-i kerimenin iniş sebebi hakkında tefsirlerde verilen bilgiye göre,  müşrikler Hz. Musa ve Hz. İsa – aleyhüm-üs selâm ’a verilen mucizeleri öğrenip , o kabilden olarak Hz.Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizden de Safa tepesini altın yapmasını mucize olarak istediler. Allah-u Teâlâ “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” buyurunca, Efendimiz: “Yâ Rabbi, o halde benimle kavmimi başbaşa bırak, onları yavaş yavaş dine davet edeyim “  demesi üzerine bu âyet indirilmiştir. Demek ki bu âyetde bildirilen gerçekler, yani göklerin ve yeryüzünün yaratılması, dünyanın kendi etrafında dönmesi neticesinde gece ve gündüzün biribirinin  peşisıra gelmesi, denizler, yağmurlar, rüzgarlar, bulutlar, yeryüzündeki canlılar, v.b.  bunları düşünen kimseler için harika olaylardır ; hatta Safa tepesinin altına dönüşmesinden daha da harikadır. Çünkü bunların hepsi (ve burada sayılamayan benzerleri)  “her şeyi bilen”, “her şeye gücü yeten”, “dilediğini yapan” yüce Allah’ın  varlığını dair apaçık  delillerdir. Ne var ki , bunları ancak düşünebilen, gerçeklere inanmak isteyen, söz ve öğüt dinleyen kimseler anlayabilmektedir.

Başka bir ifade ile, Cenâb-ı Hak (her devirdeki) müşriklere adeta  şöyle buyurmaktadır:  “Sizler iman etmek için -Safa tepesinin  altına dönüşmesi gibi- olağan dışı olaylar, mucizeler beklemektesiniz.  Oysa, şu sayılan tabiat olaylarında  dahi – bir tepenin altına dönüşmesinden çok daha fazla harikalar, adeta mucizeler vardır. İşte, hergün yaşadığımız için kanıksadığımız ve üzerinde  hiç düşünmediğimiz bir olay; gece ve gündüzün peşpeşe gelmesi. Gece  ve gündüzün peşpeşe  gelmesinin, dünyanın kendi etrafında dönmesi neticesinde  oluştuğunu  artık herkes bilmektedir. Peki ama trilyonlarca ton ağırlığında bu kocaman yerküreyi  üzerindeki  dağları, nehirleri,  okyanusları,  tüm canlıları, .. vb.  ile birlikte  adeta ufak bir topaç gibi ve hiç aksamadan   binlerce yıldan beri uzay  boşluğunda döndüren kimdir ? Sadece bu  “ayet = delil” bile aklı olan bir insana yetmez mi ?

“Şüphesiz ki gece ile gündüzün ihtilâfında (ard arda gelmesinde)  ve Allah’ın göklerde ve yeryüzünde  yarattığı şeylerde , (O’na karşı gelmekten) sakınacak  bir  kavim  için âyetler (nice  deliller) vardır.”                                                       (Yûnus suresi, âyet 6)

 

Başka misaller vermek gerekirse:

  • Milyarlarca  ton suyun  havadan ( bulutlar vasıtasıyla)  dünyanın bir yerinden  başka bir yerine nakledilmesi
  • Dağların adeta kocaman birer çivi gibi yer kabuğunu  dünyanın daha alt tabakalarına sabitlemesi ve suretle depremlerin azalması
  • Bütün mahlûkatın çift çift ( zevc) yaratılması;  bitkilerin aşılanmasının rüzgarlar vasıtasıyla yapılması
  • İnsanın  sperma (nutfe) ‘dan   yaratılması
  • Güneşin  uzayda en uygun konuma yerleştirilerek yerküreye bir ısı ve hayat kaynağı haline getirilmesi. Şayet güneş dünyaya çok yakın olsaydı dünyayı kavuracağı için hayat olmazdı.
  • Güneş, dünya ve ay arasındaki hassas kozmik dengelerin binlerce yıldan beri bir santim bile şaşmadan devam etmesi

 

İşte, Kur’ân-ı Kerim’in  birçok yerinde  ( ör : Câsiye  3- 6; En’âm  95-99 ,Rûm 20-25,  ..  )  bahsedilen ve  Allah-u Teâlâ’nın  varlığını ve birliğini gösteren  bu tür delillere  “ kevnî (tekvini) âyetler ”  denilmektedir (Kevn = yaratılış, var olma demektir) .  Bir insan bunlara ibret nazarları ile bakıp, bunlardan Allah- u Teâlâ’nın ilim , kudret, hikmet  gibi yüce sıfatlarını anlayabilmeli  ve  Rabbini bulabilmelidir… Teşbihde hata olmasın, nasıl ki bir sanatkar- örneğin bir mimar  kendi ilim, hüner ve sanatını yaptığı büyük  mimari eserlerle gösteriyorsa,  Allah-u  Teâlâ’da yeryüzünü, gökleri ve tüm kâinatı  insan aklının anlamaktan aciz kaldığı nice sanat, incelik , hikmet ve güzelliklerle yaratıp donatarak   gözlerimizin önüne koymuştur. Bütün bunlardan amaç ise Kendisini bildirmek, tanıttırmak ve sevdirmektir .. Şair ne güzel söylemiş:

“Bir kitabullah-ı azamdır, serâser kâinat

Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar ..”

(Azam= büyük,  serâser = baştanbaşa)

Hülâsa, nasıl ki bir masa  marangozsuz, bir bina mimarsız, en basit bir alet bile ustasız olmazsa, şu muhteşem  kâinat kitabı da elbette Hâlıksız ( Yaratansız) olamaz. O’nun ilmi, kudreti, hikmeti, azameti  kâinatın her zerresinde ayân beyan ortadadır .

1. Mucize: Peygamberlerin gösterdikleri mucizeler de Kur’ân da (âyet) kelimesiyle ifade edilmiştir. Hz. Nûh’un tufanı, Hz Sâlih’in devesi, Hz Musa’nın âsası ile denizi yarması (Şuara, 67)ve diğer mucizeleri, Hz İsa’nın babasız olarak dünyaya  gelişi, çamurdan yapılmış bir kuşa can verişi ve ölüleri diriltişi Kur’ânda söz konusu edilen âyetlerden (mucizelerden) bazılarıdır. Peygamber Efendimiz s.av’de birçok mucize verilmiştir ki, bunları en büyüğü  hiçbir bakımdan eşi ve benzerini  ortaya koymak imkanı bulunmayan  Kur’ân-ı Kerîmdir:

“De ki: Andolsun, bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.”

(İsrâ suresi, ayet 88)

 

Evet, Kurân’ın bu meydan okuması ortada olduğu halde, asırlardan beri hiç kimse onun bir brnzerini  meydana  koyamamıştır ve koyamayacaktır.

3. Hergün kullanılan anlamı ile Kur’ân sureleri içindeki cümleler: Yukarıda bahsedildiği üzere Kur’ân ayetleri, benzerlerini meydana getirme imkanı bulunmaması açısından, onların Allah-u Teâlâ katından geldiğine dair delil  teşkil etmektedir.

İşte bu yazı dizisinde, âyet kelimesinin yukarıda belirtilen ilk anlamı üzerinde durulacak; güneş, ay, bulutlar, yerküre, yağmurlar, çeşitli hayvanlar gibi (kevni) ayetler daha ayrıntılı olarak anlatılmaya çalışılacaktır:

AYETLER-1
AYETLER-2
AYETLER-3
AYETLER-4
AYETLER-5
AYETLER-6
AYETLER-7
AYETLER-8